Turizm, özellikle Türkiye gibi sanayileşmekte olan, sık sık ekonomik krizlere sürüklenen ülkelerde ‘bacasız sanayi’ olarak çok önemli bir döviz kaynağı olarak görüldüğü için çok önem verilen ve buna paralel olarak çok desteklenen bir sektör.
Bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederiz, abone olmayı unutmayın!/ Thank you for reading this post, don't forget to subscribe!
Daha geçenlerde Turizm Bakanı (ve turizm işletmecisi) M. Nuri Ersoy, 2023’te turist sayısının 56,7 milyona, turizm gelirlerinin ise 54,3 milyar dolara yükseldiğini gururla duyurdu.
Bu, madalyonun bir yüzü; öbür yüzünde ise başka şeyler var:
Son yıllarda “overtourism” ya da “tourismphobia” kavramları dolaşıma girdi. Aşırı turizm ya da turizm korkusu anlamına gelen bu kavramlar, özellikle Avrupa’daki popüler turizm bölgelerinde yerleşik bulunan insanların rahatsızlığını anlatmak için geliştirildi.
Aşırı turizmden yani turist sayısının çokluğundan şikâyetçi olan yerel halk, pankartlarla, dövizlerle, afişlerle turistleri protesto etmekte ve hatta tur otobüslerine saldırılarda bulunuyor. Turizmin ölçüsüz bir şekilde ilerlemesi ve buna bağlı olarak oluşan turizm karşıtlığının somut belirtileri başta İspanya ve İtalya olmak üzere birçok ülkede görülüyor; özellikle Barselona ve Venedik’te yaşanan yoğun turizm hareketleri ve taşıma kapasitesinin üzerinde gerçekleşen turizm yerel halkı turistlere ve turizme karşı protestolara yöneltiyor.
Kirlilik, gürültü, konut ve hizmetler sektöründeki fiyat artışı, trafik sıkışıklığı aşırı turizmin yol açtığı sorunların en başında geliyor.
Sorun, Türkiye’nin de kapısını çalmış vaziyette: İstanbul başta olmak üzere Ege ve Akdeniz kıyıları ile Trabzon, Rize gibi Karadeniz şehirleri turizmin yol açtığı sorunlarla yüz yüze…
***
Turizm güzergâhları arasında Türkiye gibi ülkelerde tarihi eserler ve camiler de yer alıyor. Eski camiler, özellikle kiliseden bozma camiler, yabancıların çok ilgisini çekiyor. Türkiye’ye gelen yabancılar deniz ve yaylalarda dolaşmakla, Boğaz’da yiyip içip eğlenmekle yetinmiyor, müzeler, kiliseler, saraylar ile birlikte başta Ayasofya olmak üzere eski camileri de ziyaret ediyor.
Ayasofya, cami olarak ibadete açılmadan önce de yerli ve yabancı ziyaretçilerin yoğun ilgisine mazhar oluyordu; ibadete açıldıktan sonra Müslümanlar namaz için de buraya akın etmeye başladı. Her vakitte Ayasofya hem ibadet için hem ziyaret için gelenlerle dolup taşıyor. Ziyaret ve ibadeti aynı anda gerçekleştirenler de ayrıca dikkat çekiyor: Hem namaz kılıyor hem fotoğraf ve video çekiyor; canlı yayın yapıyor hatta bir kısım ‘yeni Müslüman’…
Hal böyle olunca Ayasofya’da namaz battal oluyor! Bir kargaşadır gidiyor caminin içinde… Kimi bir köşede namaz kılıyor, kimi tavanların, süslemelerin, mihrabın filan fotoğrafını çekiyor, kimi canlı yayın yapıyor, kimi çoluk çocuğu ile yayılıyor halılar üstünde, kimi sesli-gürültülü biçimde birbiriyle ya da telefonla konuşuyor…
Yani cami bir ibadet mekânı olmaktan çıkıyor. Gürültü patırtı, koşuşturma, ibadet-gösteri birbirine karışıyor. Kadın-erkek giriş-çıkışlar, cami içinde uygunsuz kıyafetlerle salınmalar, ibadet edenin huşusunu bozacak davranışlar…
Başka tarihi camilerde de görülen bu tür durumlar, söz konusu olan Ayasofya gibi en önemli turizm mekânlarından biri olunca karmaşa da daha fazla oluyor, rahatsız edici hale geliyor.
Öyle ki insan ‘Ayasofya artık ibadete kapansın! Turizme kapatılamayacağına, ibadet de layık-ı veçhile yapılamadığına göre kapansın! Millet hevesini aldı, tüm dünyaya Türk’ün gücü de gösterilmiş oldu nasılsa, bu kadarı yetsin!’ diyesi geliyor…
Turizm de bir fetişizme varmadan tartışılmaya başlansın artık. Sahiller, ormanlar, yaylalar, tarihi eserler daha fazla yok olmadan Avrupa’da başlayan turizm karşıtı çalışmalar ülkemizde de konuşulsun, tartışılsın, harekete geçilsin…
+ There are no comments
Add yours